Arıcılık ve resim yapmak benim ilgi alanlarım. Bazen değişik konularda yazı denemeleri de yapıyorum. İlgi duyduğum konular, yöremizi, yöremiz insanını tanıtmak. Söz gelimi yöremizde yaşanmış, dilden dile dolaşırken benim kulağıma kadar gelmiş ilginç yaşanmış olaylar var. Bunları yazmazsak belki de bir süre sonra unutulup gidecek. Bu sayfamızda buna benzer bazı konuları ve başka kalemime takılan ilginç bulduğum olayları yazarak ilgilenen arkadaşlarımızla paylaşmak istiyorum.
***
...
Şekerciler Takımı - Öykü
***
Aşağıdaki bağlantısı verilen öykü
ANADOLU HALK BİLİM KÜLTÜR AKADEMİSİ TARAFINDAN
2017 YILI HAZİRAN AYINDA ;BİN ÇİÇEKLİ BAHÇE YAŞAR KEMAL ANISINA YAPILAN YARIŞMADA ÖYKÜ DALINDA ÜÇÜNCÜLÜK ÖDÜLÜ ALMIŞTIR.
http://alivarolresimgalerisi.blogspot.com.tr/2017/07/odesme.html...
Çocuklar da şeker yiyebilsinler.
Çocuklar şekeri çok sever. Bizim
çocukluğumuzda şeker az bulunurdu. Belki biz yoksulduk, alamazdık; belki de
herkese yetecek kadar şeker üretilemediğinden çok pahalıydı. O nedenle bazı
evlerde şeker ancak eve misafir gelince çaya atılan bir tüketim maddesi
durumundaydı. Çocukluk bu ya şekeri çok severdik; evde anam babam olmayınca
şeker bulabilmek için evin altını üstüne getirirdik.
İki küçük çocuktuk. Kardeşim Emine
ve ben. Yaylada; Bozlağan’dayız. Bizim davar az olduğu için devamlı çok davarlı
olan birinin ardına yama olurduk. O zaman da Molla Mehmet elin içindeydik.
Anamla babamın devamlı bir işi olur, gündüzleri evde durmazlardı. Kardeşimle
ben evde yalnız kalırdık.
Evimiz kıl çadırdı. Çevresi kuru taş duvarla
örülmüş, kündüre taşlarının* üstüne bir
ladin torusundan yapma öz kösülmüş, üstüne de kara kıl çadır atılmıştı. Evin
içinde öndeki kündüre taşının altında ocaklık vardı. Sacayağının üstüne bir
bakır tencerede darı aşı vurulmuştu. Kardeşimle ben onun altındaki ateşi de arada
bir ölçeriyorduk.** Öyle tembih
edilmişti. Akşam anam babam eve gelince pişmiş olması gerekiyordu.
Evin arka kısmına çuvallar dizilmişti. Çuvalların üstünde de
yatak yorgan duruyordu. Çuvalların her birinde farklı eşyalar bulunurdu. Anam
babam bize bu çuvalları ellemememizi söylerlerdi. Biz de inadına boş kaldıkça
çuvalları karıştırır, içinde ne var ne yok elden geçirirdik. Sonra da aldığımız
şeyi eski yerine koyardık. Güya anam babam bizim karıştırdığımızı bilemeyecek… Arkadaki
çuvalların hangisinde ne var hep öğrenmiştik. İkisinde un vardı Birinde darı,
bulgur, yarma buğday, dövme buğday, kavurgalık, göllelik buğday, tarhana, incir
tuz gibi yiyecekler vardı. Birine giyecekler doldurulmuştu. Yiyecek çuvalındaki
incirlerden yemek serbestti. Duvarla çadırın bitiştiği yerde yeşil, mor, naneli
çaylar vardı. Yabancı misafirler gelirse onlara yemekten başka çay da
verilirdi. Çayın içine şeker de atılırdı. Çuvalları karıştırırken her şeyleri
buluyorduk ama şekeri bulamıyorduk.
Bir gün çuvalları karıştırırken giyeceklerin doldurulduğu
çuvalın dibini dışarıdan ellerken un gibi yumuşak bir şey keşfettik. Bu neyse
giyecek olmadığı dışarıdan belliydi. Üşenmeyip çuvalın üst tarafını boşalttık.
Sonra ben kolumu uzatıp bu yumuşak şeyi yukarı çıkardım. Bu bir bezden keseydi.
Kesenin ağzını açıp baktık. Beyaz bir toz…
“Şekaaar!” diye fısıldaştık.
Hemen işaret parmaklarımızı ağzımıza götürüp ıslattık.
Kesenin içindeki beyaz toza dokundurduk. Tozlar ıslak parmaklarımıza yapıştı.
Beyaza bulanmış parmaklarımızı ağzımıza götürdük…
“Şekaaar, çok tatlı…” diye söylendik gene.
Aynı denemeyi yapmaya devam ettik. Bir yandan da
konuşuyorduk.
“Çok yemeyelim, bilirler.”
“Tamam.”
“Az yeyelim de bilemesinner.”
“Tamam.”
“Uf be çok tatlı…”
Kardeşim daha çok küçüktü. R seslerini söyleyemezdi. “Şekar”
yerine “şekay” derdi.
“Şekay gibi…”
Gülüp kıkırdaştık.
“Şekar zaten.”
“İnciyden bile tatlı.”
“Üzümden de tatlı.”
“Baldan?”
“Bence bal daha tatlı.”
“Bizim evde bal yok.”
“Üzüm de yok.”
“İncir vardı emme o da tükendi.”
“E o zaman ne ile tatlandıyacağız biz ağzımızı?”
“Şekarla tabi.”
“Şekayı bizden neden saklaylay aga be?”
“Bilmem, emme dedem kahveyi şekarla içer.”
“Bizim evde kahve yok. Kimde olur kahve?”
“Zenginlerde.”
“Kim zengin?”
“Deli Hacı zengin.”
“Onda kahve vay mıdıy?”
“Vardır.”
“Bizde yok.”
“Yok.”
“Emme bizde şekay vay.”
“Var.”
“Şekayı neden almış bobam?”
“Misafirlere çay verirler. Çayın içine de şekar atılır.”
“Tükeniyse?”
“Tükenirse misafire çay veremezler. Çay veremezlerse de
misafire karşı ayıp olur.”
“Çay şekaysız içilmez mi aga?
“Şekarsız tadı olmaz.”
Dalmıştık. Parmaklarımızla şeker yemeye devam ediyorduk.
Mutluyduk. Hem parmaklarımızla şeker yiyor hem de şeker gibi tatlı tatlı
konuşuyorduk. Dışarıdan evin önünden bir geçen oldu. Ben hemen toparlandım
keseyi elime aldım.
“Yeter gayri, az yeyelim de azalmasın.”
Kardeşim itiraz etti:
“Azalıysa n’oluy?”
“Azalırsa bilirler.”
“Tamam, biy keye daha alalım.”
Bir kere daha şekerin içine ıslak parmaklarımızı bandırıp
ağzımıza götürdük. Doyamamıştık ama ben gene de ağzı kalın bir iplikle büzgülü
kesenin büzgüsünü çekerek kapattım. Aldığım şekilde bağladım. Keseyi aldığımız
yere koyduk.
Anam babam şeker yediğimizi ilk günlerde bilemediler. Ama
onlar evde olmayınca biz şeker kesesini çıkarıp parmak bandırarak yemeye devam
ettik. Şeker azalmaya başlamıştı. Bundan ben rahatsız oluyordum. Bir gün:
“Yeter artık yemeyelim.” Dedim.
“Neden?”
“Çok azaldı bilirler.”
“Bilemezley.”
“Bilirler dedim.”
“Biz yemedik deyiz.”
“İnanmazlar.”
“İnanıylay.”
“İnanmazlar emme gene de benim aldığımı söyleme.”
“Söylemem.”
“Bak, söylersen döverim ona göre.
“Tamam, söylemem.”
Kardeşimle anlaştık. Bilirlerse kardeşim benim aldığımı
söyleyemeyecekti.
Derken bir gün anamla babam yorgun argın bir yerlerden
geldiler. Babam anama:
“Avrat, yorgunuz, bi çay gaynat da içelim.”
Anam:
“Tamam.” Dedi.”Hep misafir mi içecek çayı, bu sefer de biz
içelim.”
Kardeşimle ben olacaklardan endişeli, korkulu gözlerle
birbirimize bakarak sindik bir köşeye.
Ben anama babama göstermeden işaret parmağımı uzatıp
kardeşime sallayarak gerekli uyarıyı yaptım.
Ocağa ateş yakıldı, isli çaydanlık sacayağının üstüne kondu.
Sonra anam bize göstermeden çuvalları karıştırıyor gibi yaparak şeker kesesini
çıkardı. Keseyi görünce “olamaz” der gibi kafasını salladı. Sonra keseyi babama
uzattı.
“Sen bundan heç aldın mı?”
“Yooo, almadım.”
“Azalmış bu kesedeki şekar.”
“Azalmış.”
Sonra dönüp bize baktılar.
“Hanginiz yedi?”
“Ben yemedim.”
“Ben de yemedim.”
“Kim yedi?”
“Bilmeyiz.”
Babamla anam gülüştüler.
“Doğru söyleyin, bir şey demeyeceğiz.”
Kardeşimle gene bakıştık.
“Bilmeyiz.”
Anam yumuşak bir sesle:
“Yavrum şeker için hırsız mı girdi eve? Hırsız girse hepsini
götürürdü. Hanginiz yedi, söyleyin bir şey yapmayacağız.”
Kardeşim onların gülmesinden, yumuşak davranmasından
cesaretlenmişti. Gözlerini benden kaçırarak cevapladı:
“Söyleysem Alı beni dövey.”
Anamla babam sesli sesli güldüler bu kez.
“Tamam, tamam. Söylemene gerek yok.”
……………………………..
* Kündüre taşı: Çadır özünün yanlara kaymasını önlemek için
duvarın üstüne özün altına konan düz ve geniş taş. ** Ölçermek: Yanan odunların
yanmasını devam ettirmek için onları birbirine yaklaştırmak.
Ali Varol - 23 Nisan 2012
Ali Varol - 23 Nisan 2012
Ali'nin Türkü Defteri adlı öykü kitabımdan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder